21 Eylül 2014 Pazar

Aysal da Başarısız Olur


2010-11 sezonundaki hüsran Galatasaray'da seçim rüzgarları estirmiş ve uzun süredir "yedek"te bekleyen, Sarı Kırmızılılar'ı geleceğe taşıyacak isim olarak görülen Ünal Aysal sandıktan zaferle çıkarak başkan olmuştu.

Çizdiği profille sanki hayatta hiç kaybetmemiş, başarısızlık nedir bilmeyen bir insan ile karşılaştı camia. İlk dönemlerindeki akılcı, plancı demeçleri ileriye dönük bir umut sebebiydi. Üstüne üstlük 2 sezon art arda gelen lig şampiyonluğu, bir Şampiyonlar Ligi çeyrek finali, Aysal'ın kendi tabiri ile "çilek" transferler Türkiye'de de Bayern benzeri bir hegemonya mı başlıyor sorusunu sordurdu.

Lakin bir anda her şey tersine döndü. Aysal bu noktaya nasıl geldi? İnce detayları ve büyük hataları şöyle bir dizmek istedim:

1)Haziran 2013'teki Olağanüstü Seçim
Aysal'ın almış olduğu kararların belki de en kritik noktası, aynı zamanda başlangıcı 2011'de yola çıktığı yönetim kurulunu daha görev süresinin bitmesine 1 yıl varken değiştirmesiydi. Albayrak, Dürüst, Öztürk gibi isimlerle bir süre idare eden Başkan, kendisine uygun yeni isimlerle yola devam etmeyi diledi. Göreve geldiği ilk zamanlarda ağzından düşürmediği "Futboldan anlamam ama futboldan anlayanlardan anlarım." düsturuna tamamıyla ters düşecek Şükrü Ergün, Özkan Olcay, -üzülerek- Candan Erçetin gibi başlıca isimleri listesine aldı ve tek aday olarak seçimi kazandı. Bu kişilere geçen yönetimden Sedat Doğan ve Emir Sarıgül gibi goygoycu şahsiyetleri de ekleyince önlerindeki süreçte çok tartışılacak bir yönetim kurulu oluştu. Bu ekibin demeçleri, kararları, davranışları hep olay oldu.

2)Fatih Terim İle Zamansız Ayrılık
2013-14 sezonu bir önceki maddede belirttiğim değişikle başladı. Florya'dan ve takımdan sorumlu kişiler oradan uzaklaşınca bir yalnızlık çöktü. Her ne kadar yönetici tayfanın burnunu çok sokmasından yana olmasam da bu tamamıyla umursamamak da olmamalı. Aysal göreve geldiği ilk sezonun öncesinde oluşan enkazı toparlamak için kulübün bildiği bir ismi tercih etti. Bu da Fatih Terim oldu. Aslında gönlünde yatan her daim Batı Avrupalı bir teknik adamdı. Ama böyle bir ortamda riske giremezdi. Terim ile "pragmatist" ilişki başlamış oldu. Tüm süreç boyunca eleman krizi veya Sneijder - Kaka polemiğine çok girmeye gerek yok. Yaşananlar malumdu. Aylar, yıllar geçtikte Aysal, Terim'i göndermeyi hep planladı. Buna karşın çok ters bir durum vardı, belki de hiç hesapta olmayan... Terim, başarılıydı ve göndermeye bahane yoktu. Ağustos 2013'te Terim için gelen Milli Takım teklifini büyük bir gol olarak düşündü ve fırsatı değerlendirdi. Malum ki Terim "vatan, millet" konularında duyguları kabarık bir insandı. Hayır diyemeyecekti zaten. Yeni sezona sıkıntılı girilince yollar ayrılmış oldu. Terim'in yaptıklarına büyük saygı duyarım. Lakin hiçbir zaman gerçek bir sistem adamı olmadı. Şuursuzca hücum yapan anlayışı çoğu kez başa bela oldu. Zorluk anlarında hep kaos futboluyla işin içinden çıkmaya çalıştı. Çoğu zaman verdiği gazlar, taktiklerinin önüne geçti. Türkiye futbolu böyle olmamalı. Artık bir sisteme, düzene, saha içi oyun anlayışına sahip olmamız gerek. Üstelik Terim'in yıllar boyu yanında çalıştığı antrenörlerin o olmayınca bir yere tutunamayıp TV yorumcusu olarak kalması da başka bir sorun. Terim üzerine ayrıca yazılır. Çok dağıtmamak gerek. MİY maçı sonrası "Bu takımı aydan bile yönetirim." diye çemkirdiği TFF yönetimi ile "kader" birliği yapması her şeyin malumu. Neyse kader! Galatasaray açısından Ünal Aysal'ın böyle bir niyeti vardı ve ayrılık sezon başlamadan olmalıydı. Taraftar tepkileri gelip geçicidir zaten. Sorun olmazdı.

3)Mancini İle Devam Etmeme
Terim'den sonra gelen Roberto Mancini, oyun anlamında pek kimseyi memnun etmese de lig ikinciliği (ki direkt ŞL bileti), kupa zaferi ve derbi galibiyetleri açısından bence başarılıydı. Buna rağmen hocanın transfer istekleri bize uymuyor denilerek yolların ayrılması da yine bir kırılma noktasıydı. İstikrarsızlık ve sabırsızlık genlerde vardı bir kere! Tabi daha sonra alınan futbolcuların maliyetleri bu sebebin bir bahane olduğunu net gösterdi.

4)Prandelli Tercihi
Dünya Kupası sonrası vatandaşı Mancini'nin yerine getirilen Prandelli, kariyerinin ilk yurt dışı deneyimini yaşıyor. Sadece İtalyanca bilmesi de ayrı bir sorun. Kendisinin iyi niyetinden şüphem yok. Bir şey yapmak istiyor. Zaman talep etmesi de en büyük hakkı. Ne yazık ki bu topraklarda zaman verilmiyor. Bu saatten sonra Prandelli'ye sezon sonuna kadar destek olunmalı. Aysal, ne yapıp edip Lucescu'yu getirmeliydi. Şahtar'ın sahibi izin vermiyor gibi bir bahaneyi kabul edemiyorum. Luce, Türkiye'de belli çevreler elde etmiş bir isimdi. Basın konusunda da sıkıntı çekmezdi. Belki de Lucescu, olaylı Ukrayna'da bile Galatasaray'dakinden daha parlak bir gelecek görmüştür.

5)Tek Adamlık Anlayışı
Aysal'ın son dönemlerde çizdiği en kötü imaj. İstediği an seçim kararı alması, yol arkadaşlarını değiştirmesi, "Ben olmasam kulüp batmıştı!" mantığı o eski Aysal naifliğini özletiyor. Kurumsallık böyle mi olur bilemiyorum ama artık Aysal, Galatasaray'ı yönetim kurulu ile değil de tek başına yönetiyormuş gibi bir algı oluşturdu.

6)Her An Her Yerde Gözükmek
Aysal'ın göreve geldiği ilk zamanlarda dile getirdiği anlayışlardan birisi de çok gözükmemek idi. "Beni fazla göremeyeceksiniz." "İşi bilenlerle muhatap olacaksınız." şiarları hemen rafa kalktı. Aysal, gördüğü her kameraya, mikrofona konuştu durdu. Her gelişme üzerine söz sahibi oldu. Başkandır yapar diyebilirsiniz ama Aysal farklı olacağım diye bu işe gelmişti. Sözünü tutmadı, güven zedeledi. Işıkların cazibesine her daim kapıldı.

7)Basın Açıklaması Patlaması
Resmi sitede neredeyse her gün bir bildiri görür olduk. Federasyonla, rakiplerle, medya ile ve son zamanlarda kurumlarla polemikler yaşandı. Ben yakın tarihte hiç böyle açıklama bombardımanı görmemiştim. Adeta kaba tabirle "kezbanlığın" dibine vuruldu. Üstelik bu açıklamalar hep tribüne oynamayı hedefledi, sadece ortam gerdi. Çünkü Aysal o polemik yaşadığı insanlarla kulüp dışında yan yana oturdu ve hatta iş bile yaptı.

8)Şike Sürecine Manasızca Dahil Olmak
3 Temmuz Süreci'nin bir kumpas olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmışken Galatasaray'ın, üstelik dava konusu olan 2010-11 sezonunda berbat bir performans sergilemesine rağmen yaptığı açıklamalarla bu sürece dahil olmaya çalışması kötü bir anlayış oldu. Fenerbahçe taraftarı ile, yönetimi ile her geçen süre ara açıldı. Maçlara futbol dışı şeyler konu olmaya başladı. Evet belki adalet savunucusu olabilirsiniz. Takipçi olabilirsiniz ama Galatasaray bunu bu duygularla yapmadı. Taraflardan birisi Fenerbahçe olduğu için topa girdi. Mesela şike davası Trabzonspor ile Beşiktaş arasında olsaydı veya hatta hiç dört büyükler arasında yaşanmasaydı böyle "adalet" savunucusu olabilir miydi? Yahut madem böyle bir anlayış var. Galatasaray'ın lehine olan hatalarda neden büyük bir erdem gösterilip ses çıkarılmadı.

9)Ekonomik Sorunlar
Aysal'ın "büyük" vaatlerinden birisi de finansı düze çıkarmaktı. Her geçen sezonda sır gibi tutulan krizler yaşandı. Bu sezon başında UEFA tarafından verilen 200 bin avroluk FFP cezası da zirve oldu. Bunların yanında sırlarla dolu bir diğer faaliyet de sermaye artırma çalışmalarıydı. SPK buna dur deyince bu gizli yol kapanmış oldu. Üstelik Galatasaray, bunları yaparken küçük yatırımcıdan habersiz davrandı. Her ne kadar şimdilik bir söylenti olsa da 500.000 TL meselesi konusunda net adımlar atılmadı. Ünal Aysal orta kademedeki idarecilerin yolsuzluğunu ima etti. Bu iş de öyle kaldı. Son olarak sponsorun geç bulunması da işlerin pek iyi gitmediğine bir kanıttır. Şu bir gerçek ki Aysal'ın idaresindeki ekonomi en büyük gizemlerden birisi olmaya devam ediyor. Önümüzü görmek çok zor.

10)Transfer Gecikmeleri
Aysal, her sezon başında kendisine bir süre tanır. Bunu neye göre, kime göre yapar bilinmez. Sezon başlamadan önce çıkar "Açılış kampına tüm transferler yetişecek." der. Yetişmez. Sonra çıkar ay sonu der, lig başlamadan önce der, 2-3 hafta sonra der. Yine tutturamaz. Bir gün çıkıp kuşluk vakti, bayramın sonrası, yatsı evveli gibi vakitler verecek diye korkuyorum. Bu sezon transferin son gününde 3 isim alınması da cabası oldu. Yaz boyunca pinekleyen yönetim hiçbir zaman "vakit" konusunda isabetli olmadı. Geç yapılan transferler ise söz konusu sezonlar boyunca baş ağrısına sebep oldu.

11)Basketbolda Maça Çıkmama Kararı
Ünal Aysal, yönetiminde basketboldaki atılımı görmemek haksızlık olur. Uzun uzun başarıları yazmaya gerek yok. Şubenin başarı anlayışı değişti böylece. Zirveye oynamak hatırlandı. Arkaplanda her ne kadar finansal problemler devam etse de bir şekilde işler yürüyor. Geçen sezon BBL final serisinin son maçında TBF'nin çifte standardı protesto edilmiş ve güvenlik gerekçesi ile Fenerbahçe Ülker deplasmanında sahaya çıkılmamıştı. İlk aşamada alkışladık, destek olduk ama kararın üzerinden 1-2 gün geçmeden bu duruşun tişörtlere basılıp metalaştırılması çok ama çok absürt bir eylem oldu. Bir anda o karardan, duruştan iğrendim bile. Şimdi dönüp baktığımızda Aysal, olası bir lig şampiyonluğundan etmiş oldu takımı. Çok yanlış. Eğer sorun görülüyorsa şubeyi kapatmak lazım gelir. Veya maça çıkıp en ufak bir gerginlikte salon terk edilebilirdi. En azından elde bir argüman olurdu.

Şimdi gözler 25 Ekim'de. Olağanüstü seçimde Aysal aday olur mu? Karşısında rakip çıkar mı? bekleyip göreceğiz. Ünal Aysal'ın eğer imaj toparlamak gibi bir niyeti varsa işi bilenlerle tekrar aday olmalı. Aksi halde taşıdığı anlayış tarihin kara sayfalarına gömülüp gidecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder